Kredi kartı ekstrem gelmiş. ŞOK!
Bir yanlışlık var dedim, İlker of boşver dedi. Tek tek her kalem harcamayı didikledim. Arca’nın ayakkabıları, benim fahiş fiyatlı çantamın bile taksiti var. Hemen hiçbir kampanya fırsatını kaçırmadığımdan tutarın üçte biri kitap. Bu ay vicdan yapmışım Arca’ya da üç tane kitap almışım Allah için.
Gerçi beğenmedi düdük. Yani Rex’in (Uzayın Kralı) hastası oldu ama akşam babaanneye bilinmeyen bir sebepten gıcık olunca ve hayata küçük çapta küsünce neşesi yerine gelsin diye çıkardığım “Annemin Çantası” isimli kitabı sevmedi. Aslında her şey çok iyi gidiyordu. Hatta kitaptaki çantanın içinden Sara Şahinkanat’ın pek sevdiğimiz kitabı “Üç kedi bir dilek” çıktığında Arca benden önce atladı “aa piti pati pus!!” Yazarı, “Yavru ahtapot olmak çok zor” öyküsü ile tanımış sevmiş, “Kim korkar kırmızı başlıklı kızdan” ile ilişkimizi güçlendirmiştik. “Üç kedi bir dilek” o kadar sevilmişti ki “Annemin çantası”nın alışveriş sepetine girmemesi mümkün değildi. İlgiyle dinledi, kitap bitti ve ben alacağım cevaptan son derece emin bir şekilde sordum: “beğendin mi Arca?”
“HAYIR” “Neay?!”
“Beğenmedim, hep çocuk anlatıyor, çocuklar hikaye anlatmaz, çocuklar o kadar konuşmaz!” (diyene bak! her akşam kafamızı miken o değil sanki!)
Aa sahi niye şaşırıyorum ki, eleştirilerinde son derece istikrarlı bir çocuk. “Mucit dedenin müthiş icatları”nın kuzene yollanmasındaki yegane sebep bu değil miydi? Kitap beğenilmediyse hiç üstüne düşmem, bir vakit büyücü kertenkele yüzünden Süper Kurtiyi kitaplığın arkasına saklıyordu, takmıştı, asla okunmayacaktı. Aradan birkaç ay geçti, şimdi günde iki posta okutuyor.
Kitap deyince, Peri Gazozundan sonra ben bir kendime gelemedim bacım. Allah seni inandırsın oturmuşum kitaplığın önüne ruhuma nasıl şifa verir diye düşünmekteyim. Klasiklerden gidelim, içimiz kararmasın dediğim “Saatleri ayarlama enstitüsü” iki gün gitti geldi, ı-ıh yok dedim, bu bugünün kitabı değil. Akşam muhteremle muhtemel bir kutlama için aldığım şarabı açtım, ona nasip olmadı, açmışken içeyim bari dedim. Nimet lan, yazık mı olsun! Kitaplığın önünde “okunacaklar” rafına bakıp duruyorum. Abovv klasiğin babası var! Geçenlerde Tufan vermişti. Anna Karenina. Yazı karakteri boyutu 7 bilemedin 8’den tam tamına 836 sayfa!. Alkollüydüm karar anını pek hatırlamıyorum, kocam da yanımda yoktu, olsa beni vazgeçirmeye çalışırdı biliyorum, kıyamazdı gözceğizlerime ve ne zaman bitiririm bilmiyorum ama başladım. Pişman değilim. Baktım bitiremiyorum, hiç kasmam, ikinci defadır yarı yolda terk ettiğim “Saatleri ayarlama enstitüsü”nün bir intikamı der, sineye çekerim.
Sineye çekmeden önce bir hatıra fotoğrafı çektim ama, şöyle şarabımla ve okuma köşemdeki yeni okuma lambamın ışığıyla filan…
Bu köşe için para harcamamaya niyetliydim ama bir okuma lambası şarttı bacım. Lokasyon kör bir nokta. Gündüz güneş ışığını ziyadesiyle alıyor ama gece gözlerim şaşı oluyordu. Ikea tabii ki… Ama yine en ikea olmayanından seçmeye çalıştım. Bende bir algıda seçicilik mi var ne var arkadaş kafamı çevirdiğim yerde Ikea’dan bir şey var. Tasarım harikası, kabulüm ama artık steril beyaz mobilya, pastel tonlarda koltuklar English Home tarzı kırlentler, puantiyeli ya da çiçekli fincanlar filan hayırrrr ! Yakında kırmızı ile beyazı yan yana görmeye dayanamayacağımdan korkuyorum. Overdose Ikea+English Home almak bünyeye iyi gelmiyor.
Bunu fark etmem için yemek sonrası gelen dergileri karıştırmam gerekiyormuş. İlker Sinema dergisi aboneliğini yaptırırken yanında bir dergi daha hediye ettiklerini, birini seçmemi söylemişti. Cosmopolitan’ı seçeceğimi sanmış olacak (yavrum kocamı havada karada mutlu etmenin tek yolu karnını doyurmak bolca da çene çalıp kafasını şişirmek ben o işin kitabını yazıyorum, yemişim Cosmo’yu) HomeArt’ı seçmeme çok şaşırdı. Aslında muhteremi suçlayamam, zira o arka fondaki perdeleri çekmeye çalışırken yırttım, son beş senedir ev dekorasyonu ile ilgili yaptığım tek şey işte bu koltuğu camın kenarına çekmek o kadar. Anlamam ama iki ayda bir filan (evet bazı sayıların poşeti bile çıkmadan evin bir köşesinde duruyor) Home Art’a bakarım. Daha doğrusu evlerini tanıttıkları o insanların yaşam öykülerini okumayı seviyorum.
Neyse gevezeliğim tuttu. Evler umumiyetle barok tarzı döşenmiş olur ya da Mimar bilmemkime tasarlattıkları ultra modern mutfakları vardır. Hiç kokmaz sanırsın, hiç yemek pişirilmez gibi gelir sana. Ya da bohem tarzlarını yansıtacak incik cincik zilyon materyal koyarlar evin her yerine. En fenası da işte o Ikea ve English home arası bir tarz. Beyaz beyaz beyazzzzz….
Hayır abi ev biraz döküntü olacak, biraz yaşanmışlık, çokça dağınıklık akacak paçalarından derken… bugün işte bu fabrikadan bozma lofta denk geldim. Her bir sayfayı açtığımda hasss…. bu ne yav süpermiş oldum. Mimarla filan çalışmamışlar zaten sadece ustalara yaptırmışlar. Düşündüm de böyle bir tarzı benimsesem Çukurcumaya gitmeme gerek yok, babamın atölyesinin deposu yarım asırlık atılmaya kıyamadıkları öteberiyle dolu.
Dağıldık mı! Dağılmak güzeldir. Toplayacak olursak kredi kartı ekstrem evvelki ayların üçte biri kadar gelmiş. Toplu taşıma candır! Derhal özüme dönmeli hızlıca bu açığı kapatmalıydım, okuma köşesine okuma lambasını müteakip internet alışverişlerimi hızlandırdım. Sonbahar aylarıma yatırım olarak indirimin son nimetlerine verdim kendimi, park bravodan hırka ile etek, nine westten iki babet. Çok sürmez birkaç güne iki aylık kart ekstremi eski performansına döndürürüm evvel allah!
No comments:
Post a Comment